Sayfalar

3 Ocak 2013 Perşembe

Zaman Tüneli: Live

Bu benim çocukluğumdan şimdiye, hiç bir zaman vazgeçemediğim ve objektif olamadığım bir tanecik favori grubum. Bu bir saygı yazısı. Bana hissettirdiklerini yazıp mutlu olacağım bir yazı. Live, 90'lardaki post-grunge patlamasının en başarılı gruplarından biridir heralde. Bence en özgünü, kendine baktıranı, bu kesin. Bu blogda, bu grubun tarihçesini, müzikal değişimini anlatıcam. Ülkemizde çok popüler olmayan bir gruba şans vermenizi rica ediceğim. Kesinlikle pişman olmayacaksınız. Live, her türlü deliliği barındıran bir grup...


Grubun hikayesi 80'lerin ortasına rastlıyor. Grup üyeler Chad Taylor, Chad Gracey ve Patrick Dalheimer, orta okuldan arkadaş. Zaten yaşadıkları yerde ufak bir yer. Pensilvanya'nın York kasabasındalar. Nedense bir süre vokalist olmadan çalıyorlar ama daha sonra lisede Ed Kowalczyk'in katılımıyla voltranı oluşturuyorlar.

Bu arada "kovalçek" diye okunuyor, yani dinlediğim radyo programlarında hep öyle telaffuz ettiler, Polonya kökenli bir isim.


Grup böylece kendi şarkılarını yazmaya başlıyor. Öncelikle en etkilendikleri grup R.E.M.. Adamlar alternatif rock'ın oluştuğu dönemlerde, Public Affection adıyla çalışıyorlar. Yine aynı isimle, Ed'inde katkılarıyla bir albüm oluşturuyorlar. Kendi imkanları ve ailelerinin desteğiyle oluşturdukları bu albüm biz fanlar için çok değerli


Albüm, onların tanınmalarına yol açıyor ve gerçek bir albüm yapmaları için fırsat yaratıyor. Böylece grup Ramones ve Shirley Manson gibi isimlerle de çalışan Radioactive adlı plak şirketiyle anlaşma imzalıyor. Bu anlaşma ile grubun adıda, onları bize tanıtan Live olarak değişiyor.

Burada Ed Kowalczyk'e bir paragraf açmam gerekli. Kendisi inanılmaz derecede doğu öğretilerine, oryantalizme ilgili. Grubun ilk albümünün tamamı ünlü düşünür Jiddu Krishnamusrti'ye adanmış. Bugün bir kitapevine gidin, kişisel gelişim/felsefe rafların Osho ile en çok yer kaplayan 2 uzak doğulu düşünürden biridir. Krishnamurti'yi hatırlamayanlar için, Zeitgeist belgeselinin, Krishnamurti'nin siyah-beyaz bir görüntüsüyle başladığını hatırlatalım.

 J. Krishnamurti

Tabii bu Live'ı daha evrensel yapan bir unsur olurken, anlaşılmaz da kılıyor. 90'larda bir çok Hristiyan Rock grubu çıkarken, Live kendini "spiritüel" olarak tanıtıyor. Hristiyan rock, dediğim hadise kafanızı karıştırmasın. Amerika'da bir sürü dini şarkı sözlerine sahip grup var. Live onlardan değil. Çok ayrı bir kafadan gidiyor. Hatta "su" hakkında yazılan öyle çok şarkıları var ki, fanlar "sıradaki albümde su ile ilgili şarkı olmasın" diye forumlarda geyikler yapıyor.

Her neyse, grup Live adıyla ilk albümünü 1991 yılında yayınlıyor. Büyük bir ilgiyle karşılaşıyor dersek yalan olur. Yine de pozitif kritikler albümü gazlıyor ve satışta milyon barajını aşıyorlar.






Albümde, diğer albümlerde hiç olmayan bir bass gitar hareketliliği var. Funk zihniyeti giriyor işin içine. Ed'in vokali çok ham ve davullarda bir deneysellik hakim. Bunlar birleşince ortaya enerjik ve ham bir sound çıkmış.

İlk single, Operation Spirit


İlk albümden Beauty of Grey ve Pain Lies on the Riverside gibi singlelar çıkıyor ve grup Amerika'yı turlamak için gereken gazı alıyor. Tabii bu sırada Pearl Jam ve Nirvana patlamış ortalık grunge gölüne dönmüş. Gençler bütün depresyonunu sokağa ve televizyona taşımış halde. Ed Kowalczyk'de etkileniyor durumdan ve daha çok akustik gitar, daha çok distorjın, daha çok çığlık içeren yepyeni şarkılar yazıyor. 2. albüm Throwing Copper, grubun kariyer zirvesi oluyor.

Selling The Drama

8 milyonluk satışıyla, 90'ların en çok satan albümleri listesine giren Throwing Copper, tüm zamanların en iyi rock albümleri listesinde de her zaman kendine bir yer bulur. İlk single Selling The Drama, öyle tutmuştuki hemen bir imaj çalışması ve yeni klip I Alone geldi arkadan.

I Alone

MTV, I Alone şarkısı üzerine çok gitti ve çok yayınladı. Şarkının Beavis ve Butthead'li bir versiyonu daha çekildi. Bir çok yerde döndü. Kendinden bahsettirdi. Ayrıca Ed Kowalczyk, kafasını kazıtmış ama ensesinde bir Hindu saç kökü bırakmayı ihmal etmemişti. Tabii beklenmeyen şey, 3. single Lightning Crashes'ın başarısıydı. 

Lightning Crashes, R.E.M.'in Losing My Religion, klibini hatırlatan mistik öğeleriyle ve muhteşem şarkı sözleriyle gerçekten hakettiği bir başarı sağladı. Şarkı tam 10 hafta Billboard Rock Şarkıları listesinde, 1 numaraydı. 

 Lightning Crashes

Albümde başka cevherlerde var tabii. All Over You, bir efsanedir. White, Discussion çok iyi. T.B.D, cool şarkıdır. Shit Towne için söylenecek söz yok. Alternatif rock seviyorsanız. Biraz da Amerikan tarzını tercih ediyorsanız, Live'ın bu albümünü kesin edinin/indirin.


Peter Howson'ın kapak çalışması ne kadar hüzünlü. Biraz ürpertici bir havasıda var. İnsanların onu etkilemesine izin vermeden inandıklarını yapan biri var resimde. Kitabı, göğsünde. Belki uçurumdan aşağıya düşecek ama o gözünü kapamış her şeye. Ben hayranıyım bu resmin. 

Ed Kowalczyk, bu 2. albümden sonra içine kapandı. İyice girdi bu mental maceralara ve iyice anlaşılmaz şarkı sözleri yazmaya başladı. Lord of the Rings delileri nasıl Elf dilini öğreniyorsa, biz de Krishnamurti okumaya başladık. 

3. albüm Secret Samadhi, çok güzel şarkılar bulunduran ama "meraklısına" şeklinde özetlenebilecek değerli bir taştı. Ghost, Rattlesnake, Merica, Insomnia, Turn My Head... bu albüm 2 milyon satmıştı ve sizi heyecanlandıracak, mutlu edecek bir çok şarkı içeriyor. 

 Lakini's Juice

Videoda, ilk single Lakini's Juice var. Albümün karanlık yapısına kesinlikle referans olabilecek güzel bir şarkı. Bu albümde Live'ın pop yapısı tamamen siliniyor. İçe dönük karanlık bir rock müzik ortaya çıkıyor. Oryantalist nameler artıyor. Ed Kowalczyk, erenleri oynuyor.

Aradan 2 yıl daha geçiyor sene 1999 oluyor. Bir efsane albüm daha patlatıyor grup: The Distance To Here. Gerçekten de, 90'lar grup için muhteşem geçiyor. Bu albümde milyon barajını aşıyor. Lakin bu albümün özelliği, her albümden bir parçaya sahip olup, kendine has bir sound yakalaması. 

The Dolphin's Cry

Where The Fishes Go gibi karanlık bir parça da var, Run To The Water ve Dance With You gibi pop şarkılarıda. The Dolphin's Cry gibi melodik rock parçaları da var, Meltdown gibi akustik gitarın bol olduğu şarkılarda. 

The Diastance To Here benim en sevdiğim albümleridir ve en sevdiğim albümdür. Tabii tercih meselesi. Albümün içinde Throwing Copper gibi bir kerede kavrayan şarkı sayısı daha az. Zor hazmedilir ama daha uzun süre dayanan bir albüm. 

 The Distance To Here albüm kapağı

Bu albümden sonra grup uzun bir turneye çıkıyor. Turne bitimi tekrar toplanıyorlar. Bu sefer Ed'in elinde eskiler gibi pop melodilerine sahip melodik şarkılar var. Gayet overproduced bir albüm ortaya çıkıyor 5. albümde. Bu albüm için Live tekrar yükselişe geçicek yorumları yapılıyor. 

Albüm piyasaya çıkıyor, 2 gün sonra 9/11 olayları patlıyor. Amerika sarsılıyor ve bu albümü Live, çöpe atmak zorunda kalıyor. Bir çok single ve pahalı promosyon harcaması albümü kurtarmıyor. Grup buradan sonra yavaş yavaş kariyer düşüşü yaşıyor. V albümü ilk adım oluyor.



Yukarıda 2 klip var. Birincisi albümün ilk single'ı Simple Creed. Melodik bir rock şarkısı. Ben çok severim. Diğeri bir piano baladı Overcome. Bu 2 single albümün güzel bir iş olduğunu ortaya koysada satışlar ne yazıkki istedikleri gibi gitmiyor. 

Beni üzen nokta grubun bunu sound'a bağlaması ve köklere dönüş yapmak istemesi. 6. albüm Birds of Prey, Heaven gibi bir hit parçaya sahip olsada, satış ve kalite olarak vasatı aşamıyor. Yine de Heaven'ı dinleyin güzeldir. 

Sonrasında gelen Songs From The Black Mountain albümü, Birds of Prey ile aynı tada sahip ama mazemeden mi kısmışlar nedir bilemem, çok sıradan şarkılarıda barındırıyor. Olmamış yani. Üstüne düşmemişler. 

Grup bu havadislerin ardından bir Best of ve konser albümü yayınlıyor ve 2 yıllık bir ara veriyor. 

Tam Konser DVD'si

Bu Best of CD'si, gruba başlamak için güzel bir adım olabilir. Doğru şarkıları doğru sırayla vermişler. DVD ise, en iyi Live konseri değil ama grubun enerjisini iyi yansıtıyor kesinlikle. 

Grup ise 2 yıllık ayrılığı, sürekli bir ayrılık olarak devam ettirdi. Ed gruptan ayrıldı. Solo albüm için çalıştı ve saçma bir solo albüm yaptı. Grubun diğer üyeleri ise Candlebox grubundan Kevin Martin'i aldılar ve The Gracious Few adında bir süper grup kurdular. Güzel bir albüm yaptılar. 

Bugünlerde ise Live, yeni vokalisti Chris Chinn ile tekrar stüdyoda. Biz delileride bekliyoruz işte adamlar bir şeyler üretsinde dinleyelim diye. Uzundur hasretiz yeni parçalara...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...